Urla-Çeşme yarımadasında yürütülen arkeolojik yüzey araştırmaları kapsamında gerçekleştirilne saha çalışmaları, mekan analizleri, buluntu çalışmaları ile bölgenin derin tarihine ilişkin önemli sonuçlar elde edilmiştir. Yüzey araştırmaları ile 446 noktada arkeolojik sit özelliği taşıyan alan ve bunun yanısıra kültürel çevrenin parçası olan teraslar, patikalar, yol ağları, değirmenler belgelenmiştir. Merkez yerleşimlerin etrafında yer alan kasaba, köy, mezra ve çiftlik gibi kırsal yerleşimler ve bunların merkezle ilişkisi irdelenmiştir. Yüzey buluntularının değerlendirilmesi ve mekânsal analizler sayesinde Neolitik Dönem’den Geç Antik Çağ’a kadar olan süreçte yerleşim sistemleri, arazi kullanımı, kentleşme, kırsal yaşam, ekonomik ve sosyal ağlar gibi olguların dönemsel değişimleri ve buna sebep olan çevresel, ekonomik ve sosyal dinamikler açıklanmaya çalışılmıştır.
SAKLI PEYZAJLAR
Çeşme - Gölkaya mevkii arazide dikkat çekici büyük bir kayalık alan olarak sulak ovanın ortasında yer alır. Prehistorik dönemden bugüne çeşitli amaçlarla kullanılmıştır.
Saklı peyzaj olgusu 1980’lerden bu yana Ege dünyasında yürütülen yüzey araştırmalarının ürettiği önemli sorunsallardan biridir. Özellikle yüzeyde görünürlüğü düşük olan prehistorik bulgulara, küçük kırsal yerleşimlere işaret etmektedir. Yüzey görünürlüğünün düşüklüğü erozyon, alüvyal birikim, yoğun bitki örtüsü gibi farklı nedenlerden kaynaklanır. Yüzeyde temsiliyeti görece düşük olan prehistorik yerleşimler yarımadada politik ve kültürel ağların oluşumu, yerleşim, kutsal alan, tarım alanı gibi alanların kullanımının sürekliliğine ilişkin dinamiklerin açıklanması ve yerleşim tarihçesinin belgelenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Yarımadada yürütülen yüzey araştırmaları ile bugüne dek 38 prehistorik yer belgelenmiştir. Bu yerler Geç Neolitik Dönem’den Geç Tunç Çağı’na (MÖ 6500/6000-1200 BC) kadar olan sürece ışık tutmaktadırlar. Bu alanlardan 15 tanesi Geç Neolitik Dönem’e tarihlenir ve araştırma alanındaki dağılımları yarımadada kültürel ve sosyal ağın Neolitik dönemde oluştuğunu ortaya koyar. Bu alanların büyüklüğü 2 ha ile 10 ha arasında değişmektedir ve çoğu Neolitik dönemin ardından uzun vadeli olarak kullanılmışlardır. Daha küçük ve kısa süreli kullanılan Neolitik alanların da olduğuna işaret eden bu durum bölgenin yerleşim tarihçesi açısından önemlidir. Bölgenin yerleşim tarihçesinde Geç Tunç Çağı – Erken Demir Çağı geçişi halen görece az anlaşılmış bir süreçtir. Erken Demir Çağı’na tarihlenen alanların sayısı görece azdır. Ancak bu durum Ege dünyasında farklı bölgelerde yürütülen yüzey araştırmalarının sonuçları ile benzerlik gösterir. Gerçekten de Ionia bölgesinde Miletos’ta yapılan çalışmalarda bu döneme tarihlenen iki alan bilinmektedir. Yarımadada yapılan çalışmalar ile bugüne dek 18 farklı alanda Geç Tunç Çağı, 21 alanda da Erken Demir Çağı bulgularına rastlanmıştır. Belgelenen prehistorik alanların görece az sayısı bölgenin bu dönemlerde daha seyrek iskan edildiği anlamına gelmez. Daha ziyade yüzey görünürlüğünün düşük olması ile ilişkilendirilir. Bu alanların dönemsel dağılımı bilakis yarımadada prehistorik dönemlerde güçlü ağların olduğunu ortaya koyar.
KLASP projesi ile belgelenen prehistorik alanlar
Birgitepe, Kalkolitik dönemden Bizans çağına dek kullanılmıştır
YERLEŞİM DÜZENLERİ
Yerleşim dağılımı, yerleşim hiyerarşisi ve yerleşim dokularındaki farklılaşmalar sosyal, kültürel, çevresel ve politik dinamiklerle açıklanabilir. Yerleşim sürekliliği veya terk olguları bölgenin yerleşim düzenlerindeki değişim ve dönüşümleri açıklamakta anahtardır. O nedenle yüzey araştırmalarında saptanan alanlarda tüm yüzey buluntuları değerlendirilerek alanın kullanım ve yayılım süreçleri dönemsel olarak belirlenmektedir. Projenin temel hedeflerinden biri merkez yerleşimler etrafındaki kırsal alanları belgelemek ve kırsal yaşam pratiklerine ışık tutmaktır. Bu hedefe yönelik olarak antik dönem kasaba, köy, mezra, çiftlik yerleşimleri ve tarımsal üretimin uzun vadeli olarak en önemli bileşeni olan tarım terasları, üretim alanları belgelenmekte ve haritalara işlenmektedir. Tarım terasları bölgenin kırsal peyzajının önemli bir bileşeni olmakla beraber kullanımının tarihçesi bilinmemektedir. Bu nedenle projenin odak çalışma alanlarından birini tarım terasları oluşturur. Yüzey görünürlüğü zayıf olan kısa süreli ve küçük kırsal yerleşimlerin belgelenmesinde tarım terasları ve yaşlı zeytin ağaçlarının bulunduğu alanlar önemli bir rol oynar. Antik dönem kırsal yerleşimlerinin saptanması için geliştirdiğimiz örnekleme stratejisi tarım terasları ve yaşlı zeytinliklere olan uzaklık parametresine dayanır. Günlük yürüme mesafesinin hesaplanması ile bu alanların yakınında taranan alanlarda antik dönem kırsal yerleşimlerini belgelemek kolaylaşmaktadır. Terasların tarihlenmesi için yürüttüğümüz çalışmalar kapsamında ise teraslar uzaktan algılama, sahada belgeleme yöntemleri ile haritaya işlenmekte, inşa teknikleri açısından sınıflandırılmaktadır. Ayrıca seçilen teraslardan alınan toprak örneklerinin laboratuvar ortamında Optik Uyarmalı Işın analizine tabi tutulması ile terasların kesin tarihlemesi de mümkün olmaktadır. Bugüne dek alınan örnekler İngiltere’de bulunan ve bu konuda öncü bir kurum olan St Andrews’da değerlendirilmiş ve örneklenen teraslar en erken Bizans dönemine tarihlenmiştir. Ancak daha fazla sayıda daha çeşitli alanlardan alınan örnekler kuşkusuz bu tarihlemeyi daha erkene çekebilir. Yerleşimler ve diğer farklı işlevlere sahip olan peyzaj unsurlarının (kaleler, gözetleme kuleleri, tümülüsler, kutsal alanlar vs) inşa ve kullanım süreçleri yüzey bulguları sayesinde belirlenebilmektedir. Bu sayede makro dönemler için yerleşim dağılımı ve kültürel çevrenin nasıl olduğunu gösteren haritalar oluşturulmuştur. Kuşkusuz bu haritalarda görülmeyen ve tespit edilememiş arkeolojik alanlar da vardır ancak yine de bu haritalar antik dönemlerde yarımadada nasıl bir kültürel çevre olduğuna dair kapsamlı bir kavrayış sunar. Böylelikle kültürel çevrenin ve araziyi kullanım biçimlerinin dönemsel olarak nasıl farklılaştığını ve dönüştüğünü anlamamıza olanak tanır. Bu değişimleri sosyal, kültürel, çevresel ve politik bağlamlarda açıklamamız için temel oluşturan bu mekânsal tanımlamalar yarımadanın iskan tarihçesini anlamamız yardımcı olmaktadır. SAKLI PEYZAJLAR kısmında anlatıldığı gibi prehistorik dönemler görece daha az bilinmektedir. Bununla beraber Neolitrik döenmden itibaren izlenen düzenli yerleşim dağılımı güçlü ağların oluştuğunun göstergesidir. Erken Tunç Dönemi ile beraber güçlenen bu yapı Erken Demir Çağı’nda sekteye uğrar. Urla İskele mahallesi’nde yürütülen Klazomenai/Liman Tepe kazıları Erken Tunç’tan Hellenistik Dönem’e kadra olan süreçte kent dokusunun naıl olduğuna dair önemli veriler ortaya koymuştur. Erken ve Orta Tunç’ta güçlü bir liman kenti olduğu anlaşılan yerleşim Geç Tunç ile beraber küçülür, ve belki de önemini yitirir. Bu durum kentin kırsal alanında da benzer şekilde izlenir. Arkaik dönem ise yerleşim sayısının önemli biçimde arttığı, yarımadanın tarımsal alanlarının yoğun olarak kullanıldığı ve khora sınırlarının belirlendiği bir süreçtir. Erken Arkaik dönemde yerleşim sayısı 78’e daha geç evrede 110’a ulaşmıştır. Bu Arkaik alanlardan 16 tanesi tahkimatlı veya büyük yerleşimlerdir ve büyüklükleri 10 ha. civarındadır. Merkez yerleşimlerde kentleşme sürecinin yaşandığı bu dönemde büyük kırsal yerleşimler kırsal alanın idari kontrolünü sağlıyor olmalıdır. Böylelikle erken Arkaik dönemde hem kent merkezi hem de kırsal alanın bilinçli olarak düzenlendiği anlaşılır.
Yüzey araştırmaları ile belgelenen arkeolojik alanların dağılımı ve büyüklükleri
Antik dönem kırsal yerleşimlerinin bugünki zeytinlik ve bağlarla yakınlığını gösteren harita
KUTSAL ALANLAR
Antik kentlerin imgesi genellikle anıtsal tapınaklardır. Ancak kutsal alanlar ve mabetler bu anıtsal tapınaklardan ibaret değildir. Merkez yerleşimin etrafındaki kırsal alanlarda peyzajda göze çarpan mağara, kayalık gibi özel alanlar da ritüeller için uzun süreçlerde kullanılmıştır. Yarımadada polis yerleşimlerin kırsal alanlarında yer alan çok sayıda kutsal alan belgelenmiştir. Bunlardan üç tanesi polis yerleşimlerinin sınırlarında yer alan Arkaik ve Klasik dönemlere tarihlenen kırsal tapınak yapılarıdır ve Zeus ile Aphrodite’e adanmışlardır. Diğer kutsal alanlar ise peyzajda dikkat çeken mağaralar ve kayalık alanlardır. Yüzey buluntuları bu mağara ve kayalık alanların Neolitik dönemden itibaren kullanılan kadim kutsal alanlar olduğunu belgeler. Söğüt Mağarası, Inkaya Mağarası, Cılga Mağarası, Kokar Burnu, Kaplan Mağarası ve Karantina adasında yer alan nymphaion bu özelliği taşır. Taşharmanı ve Kazankaya mevkilerinde yeralan kayalıklar ise nişlerin oyulduğu ve küçük adak kandillerinin bırakıldığı kutsal alanlardır. Köytepe, Dömentepe, Poyraz, Lestren Tepe yazıtlarla da doğrulanan kutsal alanlardır.
Taşharmanı, üzerinde ritüel amaçlı kullanım için açılmış nişler bulunan kaya kütlesi
Antik dönemden yakın zamana dek kutsal kabul edilen Söğüt mağarası
TÜMÜLÜSLER
Tümülüsler antik dönemlerde kültürel çevrenin bugüne dek iyi korunan önemli bileşenleridir. Polis yerleşimlerinin merkezlerini çevreleyen nekropol alanlarının dışında yerleşim ve kırsal alan çeperinde tümülüslerin konumlandığı izlenmiştir. Polis toplumunun önde gelenlerinin, seçkinlerinin gömüldüğü ve bu anıt mezarlar Klazomenai çevresinde genellikle yığma taş olarak inşa edilirken Teos çevresindekiler yığma toprak ile inşa edilmişlerdir. Ionia bölgesinde tümülüs mezar kullanımı MÖ 7. yy’da başlar ve Roma dönemine dek sürer. Bunların bazıları yeniden kullanılmıştır, o nedenle orijinal kullanım safhalarını belirlemek bazen zordur. Bugüne dek yarımadada 140 adet tümülüs belgelenmiştir. Tümülüslerin dağılımına bakıldığında Arkaik dönemde kentleşme sürecindeki polis yerleşimlerinin asty ve khora sınırlarına yerleştirildiği anlaşılır. %65’i kıyıda kolaylıkla uzaktan görülebilecek şekilde tepelere inşa edilmiştir, geri kalanı ise ana yol arterlerinde yine kolayca görülebilecek dikkat çekici alanlara inşa edilmiştir.
Yüzey araştırmalarında belgelenen tümülüslerin dağılım ve görünürlük haritası
Nalbanttepe üzerinde yer alan tümülüslerden biri
Azmak mevkiinde yeralan bir tümülüse ait peribolos duvarı
Bozavlu tümülüsleri
SAVUNMA SİSTEMLERİ
Polis yerleşimlerinde kentleşme sürecinin yaşandığı MÖ 7.yy civarında kırsal alanlarında bilinçli olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Sınır yazıtları, tümülüsler ve kutsal alanların yanısıra stratejik olarak önemli alanlarda kale ve gözetleme kulelerinin inşa edildiği ya da daha önceki dönemlerden var olanların yeniden tahkim edilerek kullanıldığı tespit edilmiştir. Farklı duvar tekniklerinin kullanımı bu kale ve gözetleme kulelerinin kullanım süreçlerinin de farklı olabileceğini düşündürür. Bu alanların genellikle kayalık olmasından ve işlevlerinden dolayı yüzey buluntuları yerleşim alanlarına kıyasla çok daha az sayıdadır. Ancak diagnostik buluntular genellikle bu alanların Tunç çağlarından itibaren savunma amaçlı olarak kullanıldığını da belgeler niteliktedir. Kale ve gözetleme kuleleri ile beraber tahkimatlı yerleşimlerin dağılımı polis yerleşimleri etrafında kırsal alanın sınırlarında bu genellikle tepeler üzerinde bulunan yapıların erken Arkaik dönemde yoğun olarak kullanılmaya başladığını gösterir. Kale, gözetleme kuylesi ve tahkimatlı yerleşimlerin dağılımını gözönüne alarak yapılan görünürlük analizleri polis yerleşimlerinin etrafında bir savunma ağının varlığına işaret eder. Dubatepe, Sivricetepe, Çalıtepe, Akçahisar, Yemişliboğaz, Cinderesi, Çobanpınarı, Asarcık, Dömentepe, Asartepe, Dikmendağı, Ulucaktepe, Macarlar Çiftliği, Demirsu, Çıfıtkale, Çukurcak, Davacık mevkilerinde savunma ağına ait kale ve gözetleme kuleleri belgelenmiştir.
Yüzey araştırmasında belgelenen kalelerin dağılım ve görünürlük haritası
Gülbahçe Cinderesi mevkiinde bulunan kale kalıntıları
Üzerinde bir kale yapısına ait izler bulunan Dubatepe
Barbaros köyü yakınında Çukurcak mevkiinde bulunan kale yapısı
ASTY VE KHORA
Yüzey araştırması bulguları polis yerleşimlerinin merkezleri ile kırsal alanlarının paralel olarak MÖ 7. yy civarında düzenlendiğini ortaya koyar. Kentleşme süreci merkez yerleşim ve onu çevreleyen kırsal alanda çağdaş olarak izlenir. Kentleşme sürecine giren pois toplulukları ekonomik olarak kırsal alanlarını sistemli biçimde kullanma ihtiyacı duymuş olmalıdır. Bu nedenle kırsal alanların sınırları sadece doğal sınırlarla değil aynı zamanda idari olarak da belirlenmiştir. Sınırları belirlenen kırsal alanda kasaba, köy, mezra gibi ikincil yerleşimler tarım alanlarının yoğun ve sistematik kullanımı açısından önem kazanmışlardır. Yüksek tepe sıraları ve vadilerle belirlenen sınırların idari özelliği ise Tümülüsler, kutsal alanlar, kale ve gözetleme kuleleri ile sınır yazıtları ile belirginleşir. Aynı süreçte yerleşim merkezlerinde iskan alanları, üretim alanları ve nekropol alanları da düzenlenmiştir. Klazomenai örneğinde net olarak izlendiği gibi yerleşim merkezi bir tahkimat duvarı ile de sınırlandırılmıştır. Araştırma alanında yer alan dört polis yerleşiminden bu konuya ilişkin olarak en fazla veri Klazomenai kazılarından elde edilmiştir. Teos ve Erythrai yerleşimlerinin erken Arkaik süreçleri yerleşim merkezlerinde halen araştırılmaktadır. So far most of our data is from Klazomenai and Teos territories. Öte yandan polis yerleşim merkezleri etrafında khora’nın (kırsal alanın) erken Arkaik dönemde düzenlenmesi açısından Klazomenai ve Teos arasında benzerlikler mevcuttur. Her ikisinin de kırsal alanlarının sınırlarını belirleyen en önemli parametre doğal sınırlardır ve erken Arkaik dönemde asty çevresi nekropoller ve tümülüsler ile sınırlanmıştır. Bunun yanısıra kutsal alanlar, kale ve gözetleme kuleleri, khora’yı çevreler. Tümülüsler de polis toplumlarının seçkinlerinin gömüldüğü anıt mezarlar olarak yine sınırlarda polis’in bütünlüğünü sembolize eden anıtlar olarak yer alırlar. Arazide büyük görünür kayalar üzerinde yazılı olan sınır işaretleri de bu sınırların idari ve resmi olarak belirlendiği kanıtlar niteliktedir. Bu sınırlar gözetildiğinde Klazomenai’nin asty’sini çevreleyen khora yani kırsal arazisi 300 km 2’dir. Öte yandan Teos’un kırsal alanının genişliği 648 km 2’dir. Ancak karşılaştırıldığında Teos arazisinin dağlık olması nedeniyle tarım potansiyeli daha küçüktür. Büyüklük açısından ele alındığında her iki polisin khora’sı antik Yunan coğrafyasında bilinenlerden çok daha büyüktür. Klasik dönemde kırsal yerleşimlerin sayısında bir artış izlenirken Hellenistik dönem ile beraber küçük köy ve mezralar synoikismos ile birleştirilmiştir. Sayıca az daha büyük yerleşimlerin varlığı Hellenistik dönemin merkezi yönetim politikaları ile ilişkilidir. Roma döneminde ise yarımadada köy ve mezra gibi küçük yerleşimlerin tekrar kurulduğunu ve pastoral hayatın yaygınlaştığını söyleyebiliriz.